05.05.2021, 13:07

Sağlık sisteminin ‘pandemi’ sınavı

Salgının başlangıcından itibaren çok sayıda yazı yazdım. Televizyon programlarına katıldım. Ta başında demiştim ki: “Pandeminin öyküsü pandemi bittiğinde yazılacak!”

11 Mart 2020’de varlığı ilan edilen pandeminin öyküsü yazılmaya devam ediyor.

Salgınları yönetme sorumluluğu birincil olarak hükümetlere ait. Elbette tek başlarına değil. Salgın yönetiminin ortak akılla ve tüm paydaşların sisteme dahil edilerek olması zorunlu. Dünya ülkeleri bu bir yıllık süreçte müthiş bir deneyim biriktirdiler. Pandemiyi başarılı ve başarısız yöneten ülkeler kapağı açık defter gibi. Okusak, öğreneceğiz. Nelerin yapılması gerektiği de nelerin yapılmaması gerektiği de çok açık.

Türkiye’de siyaset kurumu, yani hükümet başından itibaren salgın yönetimine dair şeffaf, güven verici ve toplumsal dayanışmayı örgütleyici bir yönetim sergileyemedi. Olması gereken paydaşlarla birlikte, bilimin önderliğinde ortak aklı oluşturmak yerine işi siyasetin emrine bıraktı. Bu süreçte olmazsa olmazımız ‘insan sağlığına odaklanmak’ olmalıyken, hükümetin tercihi ‘ekonomi çarklarını nasıl döndürebiliriz’ sorusunun yanıtlarını aramak oldu. Durum meydanda. Son bir aydır her gün 400’e yakın insanımızı Covid-19 nedeniyle kaybediyoruz. Yani her gün bir uçak düşüyor ve o uçakta ki insanlar ölüyor.

Bilim insanları olarak aynı yerde durmaya, aynı şeyleri söylemeye devam ediyoruz. Maske takmaya, mesafe ve hijyen kurallarına bir şekilde alıştık. Mevcut durumda salgını kontrol edebilmenin 2 yolu var. Tam kapanma (en az 14 gün ya da 28 gün) artı kitlesel aşılamanın (toplumun en az yüzde 70’i) yapılabilmesi.  Gerçek bir rahatlama olabilmesi için bu ikisinin birlikte uygulanması şart.

Toplumun yüzde 61’inin tam muafiyet, yüzde 22’sinin kısmi muafiyet ile sokakta olduğu, çalıştığı bir durumun adı tam kapanma olamaz. Tam kapanmanın birincil koşulu insan hareketliliğini azaltmaktır. Bunu sağlamanın yolu ise toplumun tüm katmanlarını kapsayan ‘sosyal destek paketinin’ oluşturulması zorunluluğudur. Türkiye pandemi sürecinde salgına dair Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’dan ancak yüzde 1,5 oranında kaynak ayırdı. Bu anlamda dünya ülkeleri arasında salgına dair kaynak ayrırımı açısından en kötü ülkeler sıralamasında Meksika ile birlikte bulunuyoruz.

Türkiye’de Covid-19 aşılaması 14 Ocak’ta, sağlık personelini aşılayarak başladı. Başından itibaren Sağlık Bakan’ının aşıya dair tüm söylemleri karşılıksız çıktı. Türkiye Mart ayına kadar tek bir ülkenin, tek bir aşı çeşidine (Sinovac) mahkum edildi. Mart ayı itibariyle ikinci bir aşı (Biontech/Pfizer) kısıtlı miktarda ülkemize geldi. Mevcut durumun özeti, elimizde aşı kalmadı. Halen kalan bir miktar aşıyla yurttaşlarımızın 2. doz aşıları tamamlanmaya çalışılıyor. Bakanlığın “Haziran ayına kadar aşıya ulaşmakta sıkıntı çekeceğiz” sözü ise malumun ilanı.

Şu ana kadar ülke nüfusunun ancak yüzde 10’u bağışıklanabildi (İki doz aşıyla aşılanmış). Dünyada aşılama sıralamasında ise 20’li rakamların gerisindeyiz. Sağlık Bakanı Aralık 2019’da bir açıklamasında “Türkiye günde 1,5 milyon doz aşı yapabilir kapasiteye sahip” demişti. Çok doğru. ‘Sağlık İnsan Gücü’müz bunu gerçekleştirmeye uygun. Ancak önemli soru şu: “AŞI NEREDE?”

Yazımın başında “Pandeminin öyküsü, bittiğinde yazılacak” demiştim. Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi acelecilik etti. Mart ayı başında bir kitap yayınladı: “Türkiye’nin Koronavirüsle Başarılı Mücadelesi”.

Vatandaşını yeterince aşılayamamışsan, tam kapanma deyip sosyal destek paketi sunamamışsan, fırsattan istifade bireysel özgürlükleri gasp ediyorsan bu soruyu sormak da bizim hakkımız: “BAŞARI NEREDE?”

saglisolluhaber.com

Yorumlar (0)
10
açık

Gelişmelerden Haberdar Olun

@