14.05.2021, 21:22

Direnen Filistin: Şeyh Cerrah’ın penceresinden...

Direnen Filistin: Şeyh Cerrah’ın penceresinden 73. yılında Nekbe’ye bakmak-1

YAZI DİZİSİ

"Arapları kovup yaşadıkları yerleri ele geçirmeliyiz." 

-İlk Israil Başbakanı David Ben-Gurion, 5 Ekim 1937, oğluna yazdığı mektuptan

“Filistin halkı diye bir şey mevcut değildir... Sanki biz gelip onları ülkelerinden dışarı atmışız! Onlar hiç bir zaman olmadılar.” 

-Golda Meir, statement to The Sunday Times, 15 June, 1969

Bir 14 Mayıs günü David Ben-Gurion’un bağımsızlık açıklamasını okuduğu günden bu yana 73 yıl geçti. Siyonist sömürgeci-yerleşmeci bir proje olarak ortaya çıkan İsrail’in bağımsızlığı, bu projeye gönül verenlerce dünya Yahudilerinin “Vaadedilmiş Topraklar”a “Dönüş”ünün tescillenmesi olarak kabul edildi. 

Öte yandan Filistinliler için her 15 Mayıs bir yas günü. Nekbe Günü olarak adlandırılmış bu gün, bir açıdan geçmiş acıları ve kederleri paylaşma günü. Avrupa’dan gelmiş bir topluluğun sistemli ve emperyal destekli sömürgecilik projesi gereği gerçekleştirilmiş bir eylem olarak beliren bir felaketi unutmama günü. 

Herhangi veya sıradan bir felaket değil burada karşımızda olan. Joseph Massad’ın vurguladığı şekliyle dile getirecek olursak Nekbe, Siyonizm ve bağlılarınca Filistin’e karşı gerçekleştirilmiş ve Filistinlileri felaketzede haline getiren uzun döneme yayılmış ve süregiden bir eylemdir. 

Bu açıdan bakınca İsrail, Batı Şeria, Gazze ve dünyanın dört bir yanına dağılmış yurtsuz bırakılmış Filistinlilerin 73. Nekbe Günü’ne denk gelen bugünlerde Şeyh Cerrah olayları vesilesiyle tek yürek ve tek ses haline gelmesi Nekbe’nin sadece  73 yıl önce vuku bulmuş etnik temizliğe ve yurtsuzlaştırılmaya atıf yapan bir gün olmanın çok ötesine geçtiğini de göstermektedir.  Siyonist sömürgeci projeyi bütün yönleriyle gerçekleştirmek için ortaya konan eylemler açısından baktığımızda Nekbe, yaklaşık 140 yıllık bir dönemin eylemidir. Bu dönemin ilk önemli dönüm noktası 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu’dur. Bu deklarasyonla İngiliz hükümeti o sırada Osmanlı toprağı olan ve Yahudi nüfusun çok küçük bir azınlığı oluşturduğu Filistin’de Yahudi halkı için ulusal bir yurt kurulmasını destekleyeceğini bildirmiştir. 

Nekbe bugün de toprak gaspı ve ilhakı, ev yıkımları, sürekli sayıları artan ve genişleyen yerleşimler, ırkçı yasalar, denetim noktaları, baskınlar, istilalar, tutsak almalar ve katletmelerle devam etmektedir. Dolayısıyla 15 Mayıs’ta sadece anılan geçmişte kalan bir olay değil, “süregiden Nekbe”ye karşı mücadelenin devam ettiğinin beyanıdır. 

Bu süregiden Nekbe, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve İsrailli insan hakları kuruluşu B’Tselem tarafından da teşhis edilmiş bir aparheid rejimi aracılığıyla icra edilmektedir. “Bölgedeki tek demokrasi” olmakla övünen İsrail gerçekte bir etnokrasidir. Bir başka deyişle “Yahudi Devleti” olarak kendini tanımlayan Siyonizm ideolojisi üzerine inşa edilmiş İsrail’in egemenlik iddia ettiği topraklar üzerinde Yahudi İsraillilerin, Filistinliler üzerindeki “ırksal” hakimiyetine dayalı bir rejim inşa etmiştir. HRW raporuna göre, ırksal hakimiyet unsuruyla birlikte, İsrail "sistematik baskı" politikası izlemekte ve "insanlık dışı eylemler"de bulunmaktadır. Bu üç unsur bir araya geldiğinde de apartheid suçu ortaya çıkmaktadır. Rapor İsrail’i 1967’den sonra işgal edilen topraklarda yaşayan Filistinlilere ve İsrail içindeki Filistin azınlığa karşı 'insanlığa karşı suç’ teşkil eden apartheid ve zulüm politikaları yürütmekle suçlamaktadır. Rapor İsrail tarafından Filistinlilerin, Yahudilere tanınan temel haklardan sistematik olarak mahrum bırakıldığı tek bir rejim inşa ettiğini ortaya koymaktadır. "İsrail'in Filistinlilerin hareketilerine kısıtlamalar getirmesi ve 1967 savaşının ardından işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimleri oluşturmak için Filistinlilere ait topraklara el koyması" gibi uygulamalar apartheid politikası kapsamında değerlendirilmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 'zulüm' suçlamasında ise "işgal altındaki topraklarda araziye el koyma, bina izinlerinin sistematik olarak reddedilmesi, ev yıkımı ve hareket özgürlüğü ile onlarca yıldır temel insan haklarına yönelik süren geniş çaplı kısıtlamalar' da dahil olmak üzere ağır suistimaller" işlendiği yer almaktadır. Raporda İsrail'de ve İsrail'in elinde tutmak istediği topraklardaki Yahudi nüfusu çoğunluğunun sağlanmasının amaçlandığı çeşitli politikalara da değinilmiştir. Ayrıca Filistinlileri ülkeden ayrılmaya zorlayan uygulamalara da dikkat çekilmektedir. 

Batı medyasında ve İsrail müttefiki ülkelerin devlet adamlarınca Filistin’de vuku bulan hadiselerden söz edilirken genelde ‘İsrail-Filistin çatışması’ ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Burada kasıt meseleye iki taraflılık atfederek sanki işi simetrik güç arasındaki bir sorunun varlığı iması verilmektedir. Halbuki İsrail’le Filistinliler arasındaki ilişki bir sömürgeci tahakküm ilişkisidir. Bu sebeple Filistin’de vuku bulan olayları ve bize medya üzerinden ulaşan haberleri değerlendirmek için sürekli göz önünde bulundurmamız gereken bazı hususlar var. 

Bunlardan birincisi ve hiç akıldan çıkarılmaması gerekeni, bize medyanın “iki taraf arasında çatışma” olarak sunduğu olayların aslında “yabancı işgalciler”le “yasal yerliler” arasındaki mücadele olduğudur. Uluslararası hukuka göre Doğu Kudüs İsrail tarafından işgal edilmiş ve yasal/meşru olarak hiç bir hak iddia edemeyeceği bir yerdir. İsrail’in Doğu Kudüs’ten çıkmasını talep etmiş bir yığın Güvenlik Kurulu kararı bulunmaktadır.(i) İkinci husus, işgalci güç tarafından zamana yayılmış bir “etnik temizlik politikası”nın icraata konmuş olmasıdır. Hukuken Doğu Kudüs üzerinde hiç bir hak iddia etmemesi gerektiği halde, İsrail işgal ettiği 1967 yılından itibaren şehirde etnik temizlik uygulamaktadır. Şeyh Cerrah mahallesindekiler dahil, şu an Doğu Kudüs’te 300 civarında konutun boşaltılması talebinde ya bulunulmuş ya da boşaltılmasını temin etmek üzere işlemlere başlanmıştır. Üçüncü husus ise, olayların tırmanmasına zemin hazırlayan etnik temizlik kampanyasına karşı kendilerini savunmak için gösteri yapan Filistinlilerin eylemleri değil, bizzat işgal güçlerinin silahsız göstericilere karşı kullanmış olduğu aşırı ve ölçüsüz şiddettir. 

Ayrıca işgalci bir güce karşı direniş uluslararası hukuka göre bir haktır. Bir başka deyişle işgal edilenin işgalciye karşı direnişi bir meşru müdafa hakkıdır. İşgal, işgalcinin toprak gaspı ve yerli nüfusun hak ve özgürlüklerini kısıtlaması gibi hususlar da şiddet kapsamındadır. Ancak işgalci gücün işgale direnenlere karşı meşru müdada hakkından söz etmek bir safsatadır, zalimin kendini mağdur kılığına sokmasıdır. Bu tip durumlarda kendisi orantısız güç kullanmaktan çekinmeyen işgalci, direnen yerlileri hep terorist olarak suçlar. Oysa işgalcinin bizzat yaptığı devlet terörü uygulamaktır. 

*** 

Filistin’deki son gerilim, Doğu Kudüs’te bir işgalci güç olarak bulunan  İsrail apartheid rejiminin kolluk kuvvetlerinin Mescid-i Aksa çevresindeki Ramazan etkinliklerine engel olmak istemesiyle başladı. Nisan ayı sonlarında İsrail işgal güçleri, Doğu Kudüslülerin özellikle Ramazan ayında popüler bir toplanma yeri olan ve Eski Şehir'e önemli bir erişim noktası olan Şam Kapısı kordonunda gece barikatları kurdu. Bu girişime Filistinliler tepki gösterdi. İşgal güçlerinin çıkardığı yeni güçlükler şehirdeki Filistinlilerin kültürel ve sosyal hayatına yönelik daha geniş bir baskının bir parçası olarak görüldü ve gösterilerin başlamasına sebep oldu. Ağır silahlı İsrail işgal güçleriyle silahsız Filistinli gençleri karşı karşıya getiren bu gece gösterileri bir kaç hafta sürmesinin ardından barikatların kaldırılmasına karar verildi. 

Ancak gösteriler, Şeyh Cerrah Mahallesinde dört evdeki Filistinli ailelerin zorla evlerinden çıkarılmak istenmesi hadisesinin ardından yeni bir boyut kazandı. Diğer üç evde yaşayan ailelerin ayrılmaları için 1 Ağustos’a kadar süre tanındı. Bu son zorla evden çıkartma hadisesi Şeyh Cerrah Mahallesindeki ilk vaka da değildi. 2002, 2008, 2009 ve 2017’de de mahalle sakinlerinden zorla evlerinden çıkartılanlar olmuştu. Bu zorla evden çıkartma işinde süreç yerleşimcilerin İsrail mahkemesinde arazi üzerinde hak iddia eden bir dava açmasıyla başlıyor. Mahkemeler de her seferinde yerleşimcileri haklı buluyor ve Filistinli hane halkına evi boşaltması için belli bir süre tanıyor. Lakin Birleşmiş Milletler teşkilatı İsrail’in kendi yargı düzenini Doğu Kudüs’e taşımasını ta başından fiilî ilhak olarak değerlendirmişti. Ayrıca bu eylem savaşa ve ülke kazanımına ilişkin kuralların bir ihlali olarak da kınanmıştır. İşgalci bir devletin işgal etmiş olduğu topraklar üzerinde kendi yasalarının uygulanması için dayatmada bulunması uluslararası savaş hukuku kurallarınca yasaklanmıştır. Bu sebeple işgalci bir devletin işgal ettiği toprakları ilhakı da uluslararası hukukça menedilmiştir.(ii) 

*** 

Yedi Filistinli ailenin sağcı Yahudi yerleşimci gruplar tarafından evlerini tahliye etme zorunda bırakıldığı Şeyh Cerrah Mahallesi yeni bir gösteri dalgasının başlamasına sebep oldu. Filistinli protestocular hem lastik kaplı mermi ve sersemletici el bombası atan İsrail işgal güçlerinin hem de işgal güçlerinin koruması altında olan sağcı yerleşimcilerin şiddetine maruz kaldılar. Bu zorla tahliye girişimi de, daha öncekiler gibi, nüfus dengesini Filistinliler aleyhine bozmayı amaçlayan Doğu Kudüs’ün Yahudileştirilmesi planı kapsamında 1967’den beri sürmekte olan etnik temizlik çabasının bir parçasıydı. 

İsrail resmi makamları her zamanki pişkinliğiyle meseleye yaklaştı. İsrail Dışişleri Bakanlığı’na göre Filistin Yönetimi ve Filistinli “terör grupları”, Kudüs'te şiddet kışkırtıcılığı yapmak için “hukukî” bir “emlak anlaşmazlığı”nı etnik temizlik olarak sunuyorlardı! Oysa yukarıda da izah ettiğimiz gibi, karşı karşıya olduğumuz husus ne bir hukuk meselesidir ne de basit bir emlak anlaşmazlığıdır. İsrail, Haziran 1967’de Doğu Kudüs’ü işgal ettiğinden beri uluslararası hukuku ihlal etme pahasına Filistinlilerin arazilerine ve mülklerine el koymakla veya binalarını yıkmakla meşgul. El koyma işine daha işgalin hemen ardından Kudüs belediye sınırları içindeki 70 bin dönüm araziyi ilhak etmekle başlamıştı. Bu ilhak edilen arazi üzerinde inşa edilmiş yasa dışı yerleşimlerde bugün 210 bin Siyonist yerleşimci yaşamakta. Ocak 2019 rakamlarıyla Batı Şeria’da yaşayan yerleşimci sayısı da 623 bin civarında. Kudüs’teki Siyonist işgal yetkililerinin yerleşimcileri, Filistinlilerin evlerine zorla el koyarak Filistin mahallerinde yaşamaya teşvik etmesi de uzun süredir süren bir uygulama. Zorla evlere el koyma sonucu Filistinlilerin mahallelerine yaşamaya başlayan yerleşimcilerin en büyük işlevi etraflarında yaşayan Filistinlilerin hayatını her geçen gün zorlaştıracak şekilde hareket etmek ve onları bölgeyi terke zorlamak. 

Kudüs’te İsrail yönetimi, Yahudilerin Araplar üzerinde yüzde 72 / yüzde 28 oranında üstünlüğe sahip olduğu bir denge temin etmek istiyor. Kentteki mevcut oran ise yüzde 64 / yüzde 36. İsrail’de konut ve ikametle ilgili bütün kentsel politikalar Sessiz Transfer olarak adlandırılan hususa çıkıyor: Şehri Yahudileştirmek için şehirdeki Filistinli varlığının mümkün olduğu kadar küçültülmesi, parçalanması ve izole edilmesi. 

Şeyh Cerrah, Kudüs'ün Eski Şehri'nin yaklaşık bir kilometre kuzeyinde yer alan bir mahalle. İddialara göre iki Yahudi kuruluşu - Sefarad Cemaati Komitesi ve Knesset İsrail Komitesi - bölgeyi 19. yüzyılın sonlarında satın almış ama üzerinde hiç bir inşaat faaliyetinde bulunmamış. 1948'de İsrail’in devlet ilanını izleyen savaş sırasında Ürdün, Doğu Kudüs’ün geri kalanıyla birlikte bölgenin mülkiyetini de üzerine almıştır. İsrail devletinin doğuşuyle neticeden 1948 savaşı Filistin halkının Nekbe/Büyük Felaket olarak adlandırdığı büyük bir yıkımla neticelenmiştir. Bu savaş sırasında yaklaşık 700.000 civarında Filistinli yaşadığı topraklardan ayrılmak zorunda kaldı. 1948 savaşı sonrasında Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün kontrolünü ele geçiren Ürdün, Şeyh Cerrah olarak bilinen araziyi Filistinli mültecileri yerleştirmek için kullanmaya karar verdi ve 1956'da 28 Filistinli aile için evler inşa etti. 

Şeyh Cerrah, 1967'deki Altı Gün Savaşı sırasında İsrail'in Doğu Kudüs'ün tamamını uluslararası hukuka aykırı olarak ele geçirmesinin ardından yeni bir belirsizlikle karşı karşıya kaldı. Bölgenin kontrolünü ele geçirdikten sonra, İsrail parlamentosu Knesset, uluslararası hukuku ve BM kararlarını hiçe sayarak Hukuki ve İdari İşler Yasasını çıkardı. Bu yasaya göre, Doğu Kudüs'teki 1948'den önce Yahudilere ait olan arazi, talep üzerine asıl sahiplerine iade edilecekti. Bu durum, işgal edilen topraklar üzerinde İsrail’in kendi hukukunu empoze edemeyeceği kuralını ihlal etmesinin yanısıra apaçık bir eşitsizliği de ortaya koyuyordu: 1948'de Doğu Kudüs'ten ayrılmış Yahudilerin hak iddia ettikleri topraklarını almalarına izin verirken, devlet olarak tanınmasından sonra İsrail sınırları içinde kalan topraklardan ayrılmak zorunda kalan veya sürülen Filistinlilerin evlerini geri almalarına izin vermemekteydi. Yerinden edilmiş Filistinliler tarafından "terk edilmiş" mülkleri Yahudi devletine devreden 1950 tarihli ve 5710 sayılı Gaiplerin Mülkleri Yasası’na göre 1 Eylül 1948 ve öncesi itibariyle ikamet ettiği yerde bulunmayan Filistinliler gaip addedildi ve mülklerine Siyonist işgalci rejim tarafından el kondu. 

2007 yılında, ABD merkezli Nahalat Shimon International şirketinin sponsor ettiği bir yerleşimci grup Şeyh Cerrah arazisinin mülkiyetini asıl sahiplerinden satın aldığını iddia ederek mahallede yaşayan Filistinliler hakkında tahliye davası açtı. 2008 ve 2009 yıllarında dört evde yaşayan Filistinli aileleri tahliye etmeyi başardı ve yerlerine Yahudi yerleşimciler taşındı. Sonraki 12 yıl boyunca Siyonist yerleşimcilerin zorla ev boşaltma kararına karşı mahallenin Filistinli sakinlerinin mücadelesi devam etti. Bu yılın Şubat ayında, Kudüs Bölge Mahkemesi altı aile ve 27 kişiden oluşan dört evin sakinlerinin de tahliye edilebileceğine karar verdi. Aileler temyizde bulundu ve İsrail Yüksek Mahkemesi bu hafta davalarını karara bağlayacaktı, ancak İsrail başsavcısının görüşlerini almak için kararını erteledi. Mahkeme, yeni bir karar tarihini 30 gün içinde açıklayacağını açıkladı. Planlanan karar öncesinde, Kudüs'ün başka yerlerinden genç Filistinliler, şiddetli polis baskısıyla karşılaştıkları protesto için Şeyh Cerrah sakinlerine katılmaya geldi. 

Tahliye kararını protesto eden Filistinli protestocularla işgalci kolluk kuvvetlerinin koruması altındaki Siyonist yerleşimcilerin karşı karşıya gelmesi Şeyh Cerrah’ı adeta bir savaş bölgesi haline dönüştürdü. İşgalci kolluk güçlerinin koruması altındaki yerleşimciler Filistinlileri bütün Kudüs’ten, hatta bütün tarihî Filistin topraklarından sürmek istediklerini açıkça söylemekten de sakınmıyorlar. Bugünlerde sık sık Doğu Kudüs sokaklarında “Araplara ölüm” sloganları atarak yürüyüş düzenliyorlar. Şeyh Cerrah sadece içinde olduğumuz an açısından Siyonist yayılma projesinin ve ona karşı direnişin sembolik bir durağı haline gelmiş durumda. Zorla tahliye edilme tehditi Filistinlilerin süregiden Nekbe olarak tasvir ettikleri bir sürecin kaçınılmaz bir parçası. 1947-1949 arası tarihi Filistin topraklarından terörize edilmek suretiyle toprağın yerli nüfusu olan Filistinlilerin uzaklaştırılması ve sürgün edilmesi anlık ve tekil bir olay değildi. Aynı hadise, bugün 800 binden fazla Siyonist yerleşimcinin yaşadığı yerleşimlerin her birinin kuruluş sürecinde tekrar yaşandı. Hatta İsrail vatandaşı olan Filistinlilerin bile mühim bir kısmı yer değiştirmek zorunda bırakıldı. Bugün İsrail vatandaşı Filistinliler nüfusun yüzde 19’unu oluşturmalarına rağmen İsrail topraklarının sadece yüzde 3’üne sahipler.


(i)Uluslararası Hukuk uzmanı Prof. Berdal Aral’a göre hukuken İsrail’in Kudüs’ün tamamında egemenlik iddiasında bulunması hukuken geçersizdir. Bkz, Emperyalizm Gölgesinde Filistin Sorunu ve Uluslararası Hukuk, Çıra Yayınları, 2019.

(ii)Berdal Aral, Emperyalizmin Gölgesinde Filistin Sorunu, s. 163.


Devamı gelecek...

saglisolluhaber.com

Yorumlar (3)
Canan Aydın Bıçak 3 yıl önce
Derli toplu güzel bir yazı olmuş. Elinize, yüreğinize sağlık. Okurken, izlerken, dinlerken kardeşlerimizin acısını derinden yaşıyoruz bizler de... Yüreğimiz Filistinlilerle birlikte atıyor, fakat öfkeli, üzgün ve umutsuz... İsrail mahkemelerinde Filistinliler için adalet çıkmaz elbette! :(((
Muhammed Güney 3 yıl önce
Levent Hocam Teşekkürler Kaleminize Sağlık
Hayırlara Vesile Olsun İnşâAllah
Derya Dündar 3 yıl önce
Levent Hocam, olayların yine arttığı bu günlerde, bizi olayların geçmiş dayandığı temelleri anlatan yazınızla aydınlattınız. Tesekkür ederim. Emeğinize sağlık.
10
açık

Gelişmelerden Haberdar Olun

@