22.05.2021, 20:08

'...Soykırımcı belediye başkanı...'

Direnen Filistin: Şeyh Cerrah’ın penceresinden 73. yılında Nekbe’ye bakmak

YAZI DİZİSİ - 2. BÖLÜM

Yazı dizisinin ilk bölümünü okumak için aşağıdaki linke tıklayınız:

https://www.saglisolluhaber.com/direnen-filistin-seyh-cerrahin-penceresinden-makale,10.html

-----     -----     -----     -----

Direnen Filistin: Şeyh Cerrah’ın penceresinden 73. yılında Nekbe’ye bakmak

Siyonist yerleşimlerin inşası yerli Filistinlileri topraklarından söküp atan ve yerlerine Siyonist Yahudileri yerleştiren tamamlanmamış bir süreç olarak devam ediyor. Filistinlilerin evlerinden zor kullanılarak çıkartılması da aynı sürecin bir parçası. Şeyh Cerrah’ta yaşanan, daha önce yaşanmış olanların ve hâlâ Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te yaşanmakta olan zorbalıkla yerinden etme girişimlerinin bir parçası. ABD’den destek ve kayıtsız kalmış uluslararası toplumdan cesaret alan Siyonist yerleşimciler etnik temizlik kampanyalarını yürütürken olabildiğince fütursuzca hareket ediyorlar. Bu açıdan zorla evinden çıkarılacak Şeyh Cerrah sakinlerinden Muna el Kurd’un “evimi çalıyorsun” dediği bir yerleşimcinin gayet arsız bir şekilde “eğer ben çalmazsam başkası çalacak” diyerek cevap vermesi oldukça öğretici. Bu kısa diyalog Siyonist yerleşimci zihin yapısını teşhir eden en güzide bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Şeyh Cerrah’ta protestoya katılan bir Filistinli aktiviste, “geçmişte bacağına saplanan kurşun aslında beynine saplanmalıydı” diyerek soykırımcı zihniyetini dışarı vuran Kudüs Belediye Başkan Yardımcısı Ariel King bir diğer örnek. “Bu topraklar bizim, Filistinliler diğer Arap ülkelerine gitsin” derken  İsrail’in eski BM Daimi Temsilcisi ve şu anki Başbakanlık Yabancı Basınla İlişkiler Danışmanı Mark Regev de etnik temizlik yanlısı olduğunu saklamıyor.

Zamana yayılmış Siyonist yayılmacı ve etnik temizlikçi siyasetin Filistinlilere karşı kullandığı taktiklerden biri de şiddeti sürekli araçsallaştırarak aşağılama, sindirme ve yıldırma.  Bu bağlamda özellikle Filistinli kimliğinin en mühim sembollerine yönelik tacizler de özel bir önem taşıyor. Sadece Müslümanlar açısından değil, Hıristiyan Filistinliler için de sembolik bir önemi olan Mescid-i el Aksa’ya yönelik tahrik ve tacizler bu taktiğin bir parçası. Filistinlilere günlük hayatlarında sıkıntı yaşamadıkları tek bir alan bırakmama suretiyle artık kendi topraklarında yaşamayı tahammül edilemez hale getirerek göçe zorlama amaçlanıyor bununla. Bu sebeple özellikle gerilimin yüksek olduğu bir ortamda ve dini açıdan önemli bir günde Mescidi Aksa’ya ayaklarında postallarıyla girip ibadet eden insanlara plastik kaplı mermilerle ve ses bombalarıyla saldırmaları ve onlarca, bazen yüzlerce insanı yaralamaları da söz konusu olmakta.

***

Nekbe, belirttiğimiz gibi, süregiden bir durum. Herşeyden önce mülteci durumuna düşen Filistinlilerin geri dönme talepleri bir insanlık hakkı olarak varlığını koruyor. Bugün Birleşmiş Milletlere kayıtlı 5 milyonun üzerinde Filistinli mülteci var ve yurtsuzluk halinin devam etmesi “süregiden Nekbe”nin sadece bir yönü. 1967 savaşının ardından da 300 bin üzerinde Filistinli topraklarından ayrılmaya zorlanmıştı. Ayrıca İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te zorla topraklara el koyma ve ev yıkma politikaları devam ediyor. Son 10 yılda Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten yaklaşık 300 binden fazla Filistinli başka ülkelere göç etmiş durumdalar. Bunların çok büyük çoğunluğu orta sınıf, eğitimli ve ekononik olarak aktif insanlar. Burada Filistin toplumunu zayıflatma amacı güden bir seçici transfer durumuyla karşı karşıyayız. Seçici transfer, geriye daha kolay idare edilebilir bir nüfus bırakma amacını güdüyor.

Kent planlaması, bölgelendirme ve kent yönetimi ve bu bağlamda konut/bina inşa izinleri ve ev yıkımı tehditi/uygulaması da süregiden Nekbe açısından üzerinde durulması gereken bir diğer husus. İsrail bütün Batı Şeria’yı tarımsal arazi olarak ilan etmiş durumda. Bir Filistinli kendi arazisi üzerine ev yapmak için başvurduğunda, İsrail arazinin tarım arazisi olmasını bahane ederek ruhsat vermeyi reddediyor. Doğu Kudüs de “açık yeşil alan” olarak bölgelendirilmiş durumda. Dolayısıyla Doğu Kudüslü bir Filistinli de kendi arsası üzerinde bir konut inşa etmek için başvurduğunda, toprak gelecekteki kentsel kalkınma girişimleri (yani yeni Yahudi yerleşimleri) için reserv edildiği gerekçesiyle olumsuz cevap almakta.

Ev yıkımları siyaseti iki amaca hizmet ediyor: Birincisi, hayatı Filistinliler için ülkeyi terketme noktasına gelecek kadar tahammül edilemez hale getirmek. İkinci olarak da Batı Şeria’daki Filistinlileri C Bölgesinden A ve B  Bölgelerine göçe zorlamak. C Bölgesi, Batı Şeria topraklarının yüzde 60’ını, ama Filistinli nüfusunun sadece yüzde 5’ini oluşturmakta. Bir başka deyişle yaklaşık 100 bin civarında Filistinli C Bölgesinde yaşamakta.

Filistin topraklarının parçalanmışlığı  süreci büyük ölçüde Oslo Barış Süreci’nden sonra hızlandı. Adına Barış Süreci denilen bu gelişme, aslında İsrail’e kazandırdığı meşruluk kısvesi altında Apartheid rejiminin giderek derinleştirilmesini ve perçinleştirilmesini  beraberinde getirdi. 1995’te Oslo II anlaşmasının imzalanması sonucunda Batı Şeria A, B ve C bölgelerine bölündü. Bugün Filistin Yönetimi, sadece Batı Şeria’nın yüzde 18’ini oluşturan A Bölgesini denetimi altında bulunduruyor (İsrail’in istediği zaman istila ve baskın hakkı mahfuz kalmak şartıyla). Yüzde 22’lik kısmı oluşturan B bölgesinde ise sivil yönetimden Filistin yönetimi sorumlu olmakla beraber güvenlik denetimi tamamıyla İsrail’e ait.

C Bölgesi ise tamamen İsrail’in kontrolü altında bulunmaktadır ve Netantanyahu bu bölgenin büyük bir kısmını ilhak etmek için teşebbüste de bulundu. Bu bölgede sözde Filistin Yönetimi’nin hiç bir yetkisi yok. Batı Şeria’daki yerleşimlerin büyük kısmı C bölgesinde yer alıyor. Netanyahu’nun Arap ülkeleriyle normalleşme (sözde İbrahim Anlaşmaları) sebebiyle ertelemiş olduğu ilhak kararı da bu bölge topraklarını içeriyor. Netanyahu, aynen Golan Tepeleri ve Kudüs gibi, uluslararası hukuku ayaklar altına alma pahasına, C bölgesinin geniş bir kısmını ilhak etmeyi kafasına koymuş durumda.

Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te ev yaptırma veya genişletme amaçlı ruhsat taleplerine olumlu cevap alamayan Filistinliler, çaresizlik altında genişleyen ailelerinin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için her türlü riski göze alarak yeni ev yaptırmaya veya varolanı genişletmeye çalışıyorlar. Bir yerde kendilerine ait toprak üzerinde inşa edilmiş bir evde güven ve huzur içinde yaşamaları Filistinliler için maalesef bir hayalden ibaret. İzinsiz inşaata başta göz yumulsa bile, aileden bir ferdin herhangi bir gösteriye katılması durumunda ruhsatsız inşaat bahane edilerek Siyonist işgal yönetimi evin yıktırılmasına karar veriyor. Bir yerde bir aile ferdinin işgalcileri rahatsız eden bir eyleme yeltenmesi bütün ailenin cezalandırılmasını beraberinde getirmekte. Doğu Kudüs’te ev yıktırma yanısıra en yaygın diğer uygulama, izinsiz olarak genişletilen kısımdan aile fertlerinin mahkeme kararıyla çıkartılarak bir Siyonist yerleşimcinin oraya yerleştirilmesi olmakta.

Ev Yıkımlarına Karşı İsrail Komitesi, İsrail'in 1967’den 2019’un sonuna kadar 49.532 Filistinli yapıyı yerle bir ettiğini tahmin etmekte.(i)  İşgal altındaki Filistin topraklarında İsrail ordusu tarafından belirlenen bina kanunları ve yönetmeliklerini uygulamak için idari ev yıkımları yapılıyor. İsrail merkezli B’Tselem’in de aralarında olduğu pek çok insan hakları kuruluşu işgal idaresinin çıkardığı “kanunları” ve bunlara göre aldığı yıkım kararlarını işgal altındaki toprakların bazı kısımlarını, özellikle de Doğu Kudüs'ü Yahudileştirme planının bir parçası olduğunu belirtmekteler. Cezai ev yıkımları, işgal idaresine karşı itaatsizlik gösteren Filistinlilerin ve yakınlarının evlerinin yıkılmasını içeriyor.

2020’de yıkılan bina sayısı 729 olduğu tahmin edilmekte. Yalnız kesin olarak kaç konutun imha edildiğini kestirmek oldukça güç; çünkü İsrail tahrip ettiği birimleri sadece yapı olarak kaydetmekte. Mesela 7 katlı 21 daireli bir bina da tek bir yapı olarak kayıtlara girmektedir. Ancak verilen rakamın büyük ölçüde ailelerin yaşadığı yapıları içermektedir.

Cezalandırıcı ev yıkımları, nüfus planlaması politikasının vasıtası olmasının yanısıra, insan hakları örgütleri tarafından bir tür toplu ceza ve dolayısıyla uluslararası hukuk kapsamında bir savaş suçu olarak eleşirilmiştir. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 53. Maddesi bir işgalci güce mülkiyeti imha etmeyi ve kollektif cezalandırmayı yasaklıyor. Ayrıca yine aynı sözleşmenin 49. Maddesi işgalci güce işgal edilen topraklar üzerinde yeni yerleşimler kurmasını ve kendi sivil nüfusunu işgal edilen topraklara transfer etmesini yasaklamaktadır. Ancak İsrail buna rağmen ev yıkmaya ve kollektif cezalandırmaya devam ediyor.

Ayrıca Filistinlilerden arındırılan topraklar üzerinde İsrail yeni yerleşim yerleri inşa etmeye ara vermeden ve artan bir tempoyla devam etmektedir. 1967’den bu zamana İsrail’in 1948 sınırlarının dışında inşa edilen yeni yerleşim birimlerinde yaşayan İsrail vatandaşı Yahudilerin nüfusu 800 bini aşmış durumdadır. Ve bu tamamen Filistinlilerin evlerine ve topraklarına el konulması sonucunda olmaktadır. Batı Şeria ve Gazze’deki Filistin toplumu hala kuşatma ve askeri yönetim altında yaşamaya devam ediyor. Ocak 2009’dan Nisan 2021’e kadar Batı Şeria ve Gazze’de 3537 Filistinli güvenlik kuvverleri tarafından öldürülmüştür.

***

İsrail’in Filistinlilere yönelik sessiz transfer veya zamana yayılmış etnik temizlik siyasetinin önemli bir parçası da ekonomik açıdan onları tamamen işgalci güce muhtaç ve bağımlı hale getirmek de var. Bu kapsamda zaten zayıf olan Filistin ekonomisinin yıpratılması da var. Bu bağlamda Filistin ekonomisinde merkezi bir yer tutan zeytinliklerin de saldırı hedefi olması kaçınılmaz olmaktadır. Ayrıca yüzlerce yıllık ömrü olan zeytin ağaçları Filistinlilerin yaşadıkları topraklara sıkıca bağlı olduklarının da bir simgesi. Zeytin ağaçları 100 bin civarında aile için büyük ehemmiyete sahip. Büyük kısmını zeytin yağının oluşturduğu kırsal ekonomi –yaklaşık 500 milyon dolar hacminde- Filistin GSMH’sının yaklaşık yüzde 13’ünü oluşturmaktadır. İsrail, Filistinlilerin zeytin ağacına olan bağını zayıflatmak için de çok çaba harcamıştır. 1967’den beri işgal ettiği topraklarda İsrail Filistinlilerin zeytinliklerine insafsızca bir savaş açmıştır. Bu tarihten itibaren İsrail’in ve yerleşimcilerin yok ettiği zeytin ağacı sayısı 2 milyon civarındadır. 1967’den 2009’a kadar olan dönem için bu tahribatın Filistin ekonomisine maliyeti  55 milyon 133 bin dolar olmuştu.

Zeytin ağaçlarına verilen zararın yanısıra Filistinlilere ait tarlalara verilen zararları da unutmamak gerekmekte.  Siyonist yerleşimler tarafından Filistinlilerin mahsülünün tam hasat öncesinde yakılması ve yerleşimlerin atık sularının kasıtlı olarak Filistinlilerin tarım arazilerine su baskınına yol açacak şekilde yönlendirilmesi de oldukça sık rastlanan saldırganlıklar arasında yer almakta.

***

“Bölgedeki tek demokrasi” olarak anılan; ama gerçekte bir etnokrasi olan İsrail, Nekbe Günü’nü kanunsuz ilan eden bir yasayı 2012’de kabul etmiş durumda.  Siyonist resmi söyleme göre, bu anma günü İsrail’in “Yahudi Devleti” olma durumunu inkar anlamına geliyor. Lakin, nasıl Şeyh Cerrah’taki Filistinlileri mülksüzleştirme girişimi Nekbe’nin hâlâ devam ettiğini gösterse de, ona karşı olan direniş ve bu direnişe desteğin Doğu Kudüs’le sınırlı kalmaması Filistinlilerin işgale karşı ve özgürlük için direnişinin devam ettiğini de gösteriyor. Şeyh Cerrah direnişi ve Mescid-i El Aksa’ya yönelik saldırıya karşı tepki, hem İsrail vatandaşı Filistinlileri hem de Batı Şeria ve Gazze Şeridi’indeki seferber etti. Buna sayıları 6 milyonu bulan diaspora Filistinlileri de eklendi.

1967'den bu yana İsrail, 14.500'den fazla Filistinli Kudüslünün ikametgahını iptal etti, kapsamlı ev yıkımları gerçekleştirdi. Şu an da Şeyh Cerrah’takilerin yanısıra 300 civarında ailenin aynı yasanın kapsamında ileride evlerini kaybetmesi bekleniyor. Ayrıca Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait 20 bin konutun da başka bir yasa kapsamında yıkılması planlanmış durumda. İsrail 1948 sınırları içindeki Filistin kasabalarında ve mahallelerinde olduğu gibi Doğu Kudüs’teki Filistinli mahalleleri için de ciddi şekilde yetersiz belediye fonları tahsis etti. İnşa edilen bir duvarla normalde şehir sınırları dışında kalan yeni Yahudi yerleşimlerini şehre entegre edilirken belediye sınırları içindeki dört Filistin mahallesini de şehir sınırları dışarıda bıraktı.

-----     -----     -----     -----

(i) Farklı kriterleri kullanan farklı kaynaklarda daha düşük tahminler görmek mümkün. Mesela Diakonia Uluslararası Hukuk Merkezi bu rakamın “en az” 28 bin civarında olduğunu belirtmekte.

https://www.diakonia.se/en/IHL/where-we-work/Occupied-Palestinian-Territory/Administration-of-Occupation/House-Demolitions1/#:~:text=Demolition%20of%20Property&text=Demolitions%20include%20residence%20and%20livelihood,in%20the%20oPt%20since%201967

saglisolluhaber.com

Yorumlar (1)
Derya Dündar 3 yıl önce
Elinize sağlık Levent Hocam. Yazınızın 3.bölümünü sabırsızlıkla bekliyorum... iyi çalışmalar.
10
açık

Gelişmelerden Haberdar Olun

@