26.05.2021, 11:28

Filistin'i gömmek mi istediler?

Direnen Filistin: Şeyh Cerrah’ın penceresinden 73. yılında Nekbe’ye bakmak

YAZI DİZİSİ - 3. BÖLÜM

Yazı dizisinin ilk ve ikinci bölümünü okumak için aşağıdaki linklere tıklayınız:

1. Bölüm: https://www.saglisolluhaber.com/direnen-filistin-seyh-cerrahin-penceresinden-makale,10.html

2. Bölümhttps://www.saglisolluhaber.com/soykirimci-belediye-baskani-makale,14.html

-----     -----     -----     -----

Direnen Filistin: Şeyh Cerrah’ın penceresinden 73. yılında Nekbe’ye bakmak

Peki yıllardır Filistinlilerin mülklerine el konuluyor ve evleri yıkılıyorken özellikle Şeyh Cerrah’taki zorla evden çıkarma girişimin neden böyle bir patlayıcı etkisi oldu? Üstelik uluslararası kamuoyunda İsrail’le despotik Arap rejimlerinin yakınlaşması neticesinde Filistin Meselesi’nin artık uluslararası gündemin ana maddelerinden biri olmaktan çıktığından söz edilen bir zamanda.

Şeyh Cerrah’ta gelişmelerin cini nasıl lambadan çıkarmasında bir dizi faktörün bir araya gelmesinin etkisi oldu. Kararın, Nekbe'nin yıldönümüne yakın bir süre açıklanması,(i)  Ramazan'ın sonlarına doğru olması ve bayramın hemen öncesine gelmesi kitlenin motive edilmesinde etkileyici oldu.  Daha önce de değindiğimiz gibi işgal otoritesinin Ramazan’da Şam Kapısı'nın civarındaki oturma alanını Filistinlilere kapatması da olayların yayılmasını sağladı.Gergin bir ortamda Şeyh Cerrah sakinleri zorla evlerinden çıkarılmalarına karşı direnmek için harekete geçti. Mahkeme kararından önceki Cuma günü, Ramazan'ın bitiminden önceki son Cuma günü, binlerce Filistinli Kudüs'te El Aksa Camii'nde dua etmek ve Şeyh Jarrah ile dayanışma içinde olmak için toplandı. İsrail işgal güçlerinin Doğu Kudüs’teki göstericilere aşırı şiddet uygulaması Batı Şeria’daki, Gazze’deki ve İsrail vatandaşı Filistinlileri de mobilize etti. Özelllikle Ramazan ayında El Aksa’da toplanmış Filistinlilere aşırı güç kullanılırken, Doğu Kudüs’le Batı Kudüs’ün birlikte İsrail kontrolü altına girişini kutlayan ve “Araplara ölüm” sloganları atarak gösteri yapan aşırı sağcı Siyonist yerleşimcilere her türlü imkanın sağlanması da tepki gördü. Arap ülkeleriyle “normalleşme” anlaşmalarının ardından Filistin mücadelesinin bölge gündeminden çıkacağı tahminlerinin yapıldığı şartlar altında Şeyh Cerrah hadisesi tüm Filistinlileri seferber eden bir olay oldu. 

2020 yılı İsrail aşırı sağının zafer ilan ettiği bir yıl olmuştu. İki Devletli Çözüm zorlamasının tabutuna son çivinin çakıldığına inanılıyordu. Trump Yönetimi’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, Trump’ın damadı Jared Kushner’in hazırladığı sözde Yüzyılın Anlaşması’yla bağımsız Filistin Devleti yerine Filistin’in “ekonomik kalkınmasının öncelik haline getirilmesi”yle İsrail’e resmi toprak ilhakı için yolun açılması ve en son da sözde İbrahim Anlaşması’yla Arap ülkeleriyle İsrail arasında yakınlaşma ve ittifak düzenini oluşturma gayretleri İsrail aşırı sağının zafer ilan etmesi için yeterliydi. Bu şartlar altında Filistin Meselesi’nin bölgenin yeni jeopolitik gerçekliğinde bir öncelik teşkil etmeyeceği umuluyordu. Sağcı Siyonistler açısından masada barış için sadece tek şart kalmıştı: Filistinlilerin teslim olması. Netanyahu, İbrahim Anlaşması’yla olası bir Filistin Devleti’ni gömmek istemişti. Ancak Şeyh Cerrah merkezli son olaylar ve Gazze’ye yönelik yeni İsrail saldırısı Filistin’in teslim bayrağını çektiği tezini değil, İbrahim Anlaşması’na yapılan yatırımın sonuçsuz kaldığını gösterdi.

Hatta şunu rahatlıkla söylemek mümkün: Sözde İbrahim Anlaşmaları’yla gelen Arab-İsrail yakınlaşması, İsrail’in sistemli politikaları sonucu yaratılmış Filistinlilerin jeopolitik bölünmüşlüğüne rağmen bütün Filistinlilerin tek bir gayede tek bir yürek olarak mobilize olmalarını tetikledi. Arap otokratlarıyla sömürgeci yerleşimciliği hızlandıran Netanyahu hükümetinin yeni bir bölgesel ittifak sistemi oluşturma amacıyla masaya oturması Filistinlileri eşitlik ve hak eksenli sömürgecilik karşıtı bir mücadele için tetikledi. Bu mücade realpolitik hesaplar içinde her gün yeni ittifak arayışları içinde olan bölgenin otokrat Arap rejimlerinden herhangi bir beklenti içinde olmamayı esas alıyor. 

Kudüs merkezli bu seferberliğin diğer en önemli yanı da herhangi bir ideoloji, grup ve hareket eksenli olmaması, Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs, diasporayı ve de İsrail vatandaşı Filistinlilerin tümünü içeriyor olmasıdır. Bu bu yeni dayanışma biçiminde Hıristiyan-Müslüman, seküler-dindar ve milliyetçi-İslamcı gibi ayrımlar da önemsiz hale gelmiştir. Bu birlikteliğin sebebi - bizzat İsrailli insan hakları kuruluşu B'Tselem'in Mart ayında, İnsan Haklarını İzleme Örgütü’nün de Nisan ayı başında dikkati çektikleri - bir çıplak gerçekliğin tüm Filistin topluluklarında uzun zamandır kavranmış olmasında yatıyor:  İsrail devleti ile askeri işgali arasında bir ayrım yoktur. Bir başka deyişle İsrail devleti ile askeri işgal rejimi birbirlerinden ayrışan iki farklı durum değildir. Her ikisi birden nehirden denize kadar Yahudi üstünlüğünü tesis etmeyi amaçlayan tek bir apartheid rejimi oluşturmaktadır. İsrail devleti politikaları ve icraatlarıyla insanlığa karşı apartheid ve zulüm suçu işlemektedir. 

İşgale karşı direnişe yeni bir boyut kazandıran yeni popüler kolektif eylem, alışılageldik liderlik yapılarının nispeten başarısızlığının veya yetersizliğinin ortasında, adaletsizliğe ve baskıya kendiliğinden tepki olma mahiyetini taşıyor. Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki,  bu protesto döngüsü, coğrafyayı ve sınırları aşan destekleyici bir sosyal çevreyle birlikte hareket etmeden kalıcı olamayacaktır. Yetkililere, seçkinlere ve onların temsil iddialarına meydan okuyan bu eylem, direniş siyasetinin en canlı halini temsil eden bir muhtevaya sahip.

***

Son 12 gündür Gazze ile işgalci Apartheid rejimi arasında  yaşananlar bir ilk savaş değil. Son 13 yıl gibi kısa bir süre içinde işgale karşı bir direniş hareketi olarak Hamas dört defa işgalci güç İsrail’e karşı kendini sıcak savaşın içinde buldu. Daha doğrusu, düşük yoğunluklu olarak sürekli var olan mücadele, 4 kez yüksek yoğunluklu hâl aldı. Ancak en son şahit olduğumuz savaş hâli diğerlerinden farklı bir nitelik taşımaktadır.  

Her şeyden önce, İsrail'in El Aksa Camii'ne yönelik saldırgan tavrına ve Filistinli aileleri Kudüs'ün Şeyh Cerrah mahallesindeki evlerinden zorla çıkarma girişimine misilleme olarak savaşı başlatan taraf Hamas oldu. İkincisi, işgal altındaki Batı Şeria’da, '48 Filistini’nde ve diasporada eşi görülmemiş bir birlik ve dayanışma gösterileriyle aynı zamana denk geldi. Bunların hepsi, Hıristiyan-Müslüman farketmeksizin Filistinli kimliğinde ve hafızasında merkezi bir sembolik değere sahip Mescid-i Aksa’ya yönelik İsrail'in aleni provokasyonları tarafından bir araya getirildi. Üçüncü mühim farklılık da birlik ve dayanışma gösterilerinin herbirinde yeni neslin başı çekiyor olmasıdır. Giderek daha fazla fanatikleşerek aşırı sağa kayan Yahudi toplumuna ve aşırı sağcı İsrail hükümetine meydan okuyan genç erkekler ve kadınlar bunlar.  Batı Şeria ve Gazze'de bir Filistin devletine yol açması beklenen Oslo Anlaşmalarından sonra doğmuş olan bu kuşak işgal konusunda hiçbir yanılsama içinde değil. İsrail’in bir türlü bitmeyen toprak gaspının ardından ortada bir Filistin devleti kurmak için bir değer ifade edecek miktarda toprak kalmadığının farkındalar. 

Ortada kendilerini bir parçası olarak hissedecekleri bir devletin doğma imkanı yok; fakat daha ziyade Filistinlilere baskı yapmak için İsrail ile işbirliği yapan Oslo'nun ana sonucu olan kokuşmuş bir Filistin Yönetimi var! Bu genç nesil, Filistin davasını dış siyasetlerinin en kıyısına ittikleri ve İsrail’le yakınlaşma arayışları içinde oldukları için bölgedeki Arap otokrasilerine karşı da öfke duymakta. Bu üç faktörün biraraya gelmesi nedeniyledir ki, İsrail’in Gazze’ye bu son saldırısı, İsrail’e her zamankinden daha fazla ve daha etkili roketler atılmış olmasına rağmen daha kısa süreli oldu ve bir ateşkesle neticelendi.

***

Hamas’ın roketlerinin Filistinliler üzerindeki gerçek tesiri ne oldu? Buna tek bir cevap vermek imkansız çünkü sorunun cevabında bağlam kadar farklı kesimlerin Hamas algısı da önemli.  Hamas'ın roketleri konusunda Filistinliler bölünmüş durumda. Bazıları Hamas’a Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’ne oranla daha müspet bakmaktalar. Kudüs'teki olaylar geliştikçe büyük ölçüde sessiz kaldığı yetmezmiş gini aynı zamanda Hebron'daki ve başka yerlerdeki dayanışma protestolarını bastıran Filistin Yönetimi’ne tepkiler artarken bir kısım Filistinliler için Hamas halkını koruma altına almaya çalışan bir askeri güç olarak görülmekte.(ii)  Hamas'a daha eleştirel bir perspektiften bakan bir diğer kesim ise Hamas’ın roketlerini Kudüs'teki ve başka yerlerdeki halk/taban hareketlerinin başarısını manipüle ederek bunları kendi yörüngesine sokma girişimi olarak görmekteler. Hamas ve Gazze'deki diğer silahlı gruplar, güçle desteklenmedikçe halk protestosunun sahadaki güç dengesini değiştirebileceğine inanmıyorlar. Bu bir ölçüde doğru. İşgale karşı direniş de uluslararası hukukça tanınmış bir hak. Lakin bu gücün hangi konjonktürde, nerede ve nasıl kullanılacağı hususu belki direniş hakkı kadar önemli bir husus. Ancak Hamas'ın siyasi olarak kaybedecek çok az şeyinin ve tırmanıştan kazanacağı çok şeyin olması Filistin mücadelesinin önümüzdeki safhalarında atacağı adımları çok önemli kılmakta.   

Son olayları değerlendirirken Hamas'ın roketleri kadar, bu çatışmanın gerçek hikayesi olarak İsrail'in Filistinli vatandaşlarının Akka, Lod, Remle, Hayfa ve diğer yerlerdeki seferberliğini konuşmak daha doğru olur düşüncesindeyim. 48 Filistinlilerinin veya İsrail vatandaşı Filistinlilerin apartheid ve işgal karşıtı mücadeleye destek vermesiyle yakalanan momentum korunabilirse, bu oldukça tarihi bir gelişme. Nitekim Gazze’de çatışma başladıktan sonra işgal güçleri tarafından korunan Siyonist çetelerinin İsrail şehirlerinde Filistinli avına çıkmaları ve onlara ait evlere saldırmaları da 48 Filistinlilerinin seferber olmasının yaratmış olduğu rahatsızlığın mühim bir göstergesi. Artık İsrail vatandaşı Filistinliler de Gazze'nin İsrail saldırılarından ve Kudüs'ün daha fazla sömürgeleştirilmesinden korunmasını istiyorlar. Ayrıca başka yerlerdeki Filistinliler gibi kendilerinin de maruz kaldıkları mülksüzleştirmeyi, sistematik ırkçılığı ve sömürgeci şiddeti protesto ediyorlar. Şeyh Jarrah'ın sakinlerinin mülksüzleştirilmesi gibi, İsrail vatandaşı Filistinliler de geçmişte “Yahudiler için kurulan devlet” olarak tanımlanan Siyonist Entite tarafından topraklarının ve mülklerinin kamulaştırılmasını yaşadı. 

***

Bir terim olarak 1948’in acı deneyiminden çıkmış olsa da, Nekbe Filistinlilerin kollektif hafızasında bitmiş bir olaya yapılan bir referans değil. Bitmiş olduğu kabullenilmiş bir olaya takılmak, o olay neticesinde olayın failinin elde ettiklerinin geri çevrilemezliği manasına gelirdi. Siyonist istilaya karşı direnişiyle Filistin halkı, Siyonist projenin bir neticesi olarak Nekbe’nin geçmişte kalan bir olay olmadığını ve Nekbe’nin mücadeleyle tersine çevrilebilecek günümüzün de bir acı realitesi olduğunu gösterdi.

Tersine çevrilemeyecek bir duruma karşı mücadele vermek beyhudedir. İsrail fiziki ve coğrafi realiteyi empoze etmiştir; ama tarihi hafızayı silmekte başarılı olamamıştır. Bir başka deyişle, İsrail’in tarihi yeniden yazma girişimi başarısız olmuştur. Remzi Baraud’un da belirttiği gibi, Nekbe terimi, başka bir topluma karşı tamamen kayıtsızlığı ve soykırımsal bir niyeti içeren İsrail’in orijinlerine yönelik kuvvetli bir referans olmuştur. 

Ancak Nekbe sadece geçmişe odaklı bir tarihsel sorunsal da değildir. Nekbe, kurbanlığın öne çıkarılması değil, direniş için bir itici güçtür. 

Şu hususta Massad’a katılmamak imkansız: Bugün İsrail’in problemi, Siyonist sömürgeci yerleşimin işgal etmiş olduğu her karış toprak üzerinde geçmişte Filistinlilerin yaşıyor olduğunu bilmesi değildir. Asıl mesele İsrail’in muhayyel “Yahudi Devleti”ndeki her bir karış toprak üzerinde onun üzerinde hak talep eden bir Arap nüfusun var olduğunu bilmesidir. 

Yaşanan son olaylardan çıkarılacak iki ders olduğunu söylemek mümkün. Birincisi, Filistin halkının sessizliği - çoğu zaman en kuvvetli biçimde kendi toplulukları içinde ilgisizlik ve ilgisizlikle suçlanıyor - hiçbir zaman yenilgiyi kabul etmek anlamına gelmedi. İsrail'in bir bedel ödemeden politikalarında ısrar edemeyeceğini gösterdiler. İkincisi, mevcut andan daha geniş bir hareket ortaya çıkmayacak olsa bile, tarihi Filistin'deki toplu patlama, Filistinlilerin onca savaşların, çatışmaların ve nüfus transferi politikalarının yol açtığı topraksal bölünmelere ve siyasi ve sosyal yaşamlarının parçalanmasına rağmen rağmen bir halk olarak kaldığını gösteriyor. Bu halk pek çok hususta birbirleriye tartışıyor ve farklı fikirler taşıyor olabilir. Ancak taktiksel anlaşmazlıklar, onların Siyonist işgal düzeninin ve Apartheid rejiminin egemenliğine karşı özgürlükleri için savaştıkları gerçeğini gizleyemiyor.

-----     -----     -----     -----

(i) İslam Özkan’la röportajında ünlü anti-Siyonist İsrailli tarihçi İlan Pappe de Şeyh Cerrah zoraki tahliyesinin Ramazan’da yapılmış olmasının etkisi üzerine değinmiştir. https://www.gazeteduvar.com.tr/ilan-pappe-israil-yerlesimci-bir-somurge-devletidir-makale-1522957

(ii) İptal edilen Filistin seçimleri öncesinde yapılan bir kamuoyu araştırması Hamas’ın Filistin toplumundaki genel popülaritesini yüzde 30’un altında göstermekte. http://pcpsr.org/en/node/837?s=03 

saglisolluhaber.com
 

Yorumlar (1)
Derya Dündar 3 yıl önce
Teşekkür ederiz hocam. Kaleminize sağlık. Anlaşılan o ki Filistin için geriye dönük bir kazanım elde etmesi mümkün değil. Ancak mevcut durumun korunması adına ateşkes ne kadar çözüm olacak...
10
açık

Gelişmelerden Haberdar Olun

@