01.02.2023, 12:47

Yalçın Yusufoğlu - Sinemanın Dünü

Yalçın Yusufoğlu - Sinemanın Dünü

-Bir Sinema Efsanesi Charlie Chaplin-

1913 yılında Britanya'dan gelmiş bir vodvil oyuncusu, sinema yönetmeni Mack Sennett'in isteği üzerine Keystone adlı film şirketine 150 dolar haftalıkla alındığında, bu parayı bir hayli fazla bulanların sayısı az değildi. Adı sanı duyulmadık üçüncü sınıf bir tiyatro oyuncusunun böyle yüksek bir ücret talep etmesini ancak devrin en gözde rejisörünün ısrarı ile kabul eden bazı ortaklar haftada 150 doları çok fazla bulurlarken, bir yıl sonra aynı genç oyuncuya haftada 1250 dolar ödemeye başlayacaklardı. Ertesi yıl ise bir başka film şirketi onu 150 bin dolar toplu para karşılığı ve haftada 10 bin dolar ücretle kadrosuna alacaktı. Dördüncü yıla girildiğinde, 28 yaşındaki İngiliz sanatçısı sekiz kısa film için tam 1,5 milyon dolara kontrat imzalayacaktı.

Charlie Chaplin sinema kariyerine böylesine olağanüstü parlak bir çıkışla başlamıştı. Ünü kısa zamanda ABD sınırlarını aşmış, Charlie'yi yüz milyonlarca insanın sevgilisi haline getirmişti. Ve o çıktığı doruktan hiç inmedi. McCarthy'ciler tarafından aforoz edildikten sonra seyrek film yaptığında da veya hiç film yapmadığı hayatının son 11 yılında da hep sanatın doruğunda kaldı.

Güney Kaliforniya Üniversitesi Sinema Bölümü eski yöneticilerinden Arthur Knight "Pek az insan kendi sağlığında Charles Spencer Chaplin gibi efsane olabilmeyi başarmıştır," diyor ve "özellikle Chaplin kadar uzun ve yoğun yaşamış insanlara yaşamları sırasında böylesine efsaneleşmek pek nasip olmaz," diye ekliyor. Aynı "efsane" nitelemesini daha pek çok sinema uzmanı kullanıyor Chaplin için.

Chaplin sinemada oyunculuğuyla yönetmenliğini birbirinden ayrılmaz bir bütün halinde birleştirebilmiş sinema sanatçısıdır. O kadar ki Charlie Chaplin'in, oyunculuğu mu daha güçlüdür, yoksa yönetmenliği mi, diye bir soru sorabilmemiz çok güçtür.

Sokaklardan Gelen Çocuk

Charlie 1889 yılında Londra'da doğmuştu. Babası ve annesi Londra'nın kenar mahallelerindeki bir müzikholde çalışan yoksul birer varyete oyuncusuydular. Daha yürümeye ve konuşmaya başladığı yaşlarda ailesinden mimik, dans gibi hünerleri öğrenmeye başladı. Beş yaşındayken hastalanan annesinin yerine sahneye çıkıp babasıyla birlikte şarkı söyledi. Aynı yıl babası alkolizmden öldü. İki yıl sonra annesi akıl hastanesine kaldırılınca, henüz yedi yaşındayken sokak ortasında kimsesiz kalıverdi.

Daha sonra onu üvey ağabeyi Sydney'le birlikte bir yetimler yurduna yerleştirirler. İki yıl sonra hastaneden çıkan annelerinin yanına gönderilen çocuklar küçük bir tiyatro topluluğuna girerler. Derken, bir süre yatılı okulda kaldıktan sonra, annelerinin yeniden hastalanmasıyla tekrar kimsesiz kalırlar.

Ağabeyi bir gemiye miço olarak girerken, Charlie, 10 yaşında gezginci bir gençlik tiyatrosunun peşine takılır. Daha sonra Sydney yeniden tiyatroculuğa dönünce, ikisi aynı toplulukta taşra turnelerine çıkarlar.

1907'de önce Sydney, sonra da Charlie Fred Kamo Topluluğu'na girerek düzenli bir işe kavuşurlar. Aradan geçen yıllarda Charlie yeteneklerini hayli geliştirmiştir. Nitekim Kamo Topluluğu ile Paris dâhil çeşitli kentlerde kayda değer turnelere katılan Charlie, 1910'dan sonra uzun süreli ABD ve Kanada turnelerinde Keystone film şirketinden bazı yöneticilerin dikkatini çeker, nihayet 1913 Aralık'ında sinemaya geçer. Charlie'nin ilk oynadığı film Making a Living (Ekmek Parası İçin) adını taşıyordu. Chaplin burada bir İngiliz züppesini (dandy) oynuyordu.

Silindir şapkalı, monokldü, redingot ve papyon kravatlı, aşağı doğru sarkık bıyıklı bu tip, henüz bildiğimiz Şarlo tipinden çok uzaktı. Chaplin burada kötü kişi rolündeydi. Canlandırdığı tip önüne çıkan fırsatları bencilce değerlendiren, menfaati için her şeyi yapabilen dolandırıcı bir gazeteci muhabiri idi.

Chaplin, ünlü tipini oynadığı ikinci film olan Kid Auto Races at Venice filminde yaratmaya başladı. Kaliforniya'nın Venedik adlı kasabasında lunapark otomobilleriyle çocuklar arası bir yarış yapılacaktı. Yönetmen Sennett, Chaplin'e, "gülünç bir giysi" bulmasını söyler. O da, aynı stüdyodaki arkadaşlarının gardırobundan devşirdiği giyeceklerle kıyafetini yaratır. Basık bir melon şapka, aşırı derecede bol bir pantolon, dar bir ceket, 45 numara pabuçlar, bir kamış baston ve bir de badem bıyık...

Chaplin'in değişik zamanlarda söylediklerine ya da yazdıklarına bakılırsa, bu tipin yaratılmasında sanatçı bir yandan uzun yıllar aralarında yaşadığı İngiliz erkeklerinden esinlenmiş ve onların “bir karışımını" ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda, sinemanın ilk büyük komedyeni Max Linder'in çizdiği son derece şık giyimli burjuva tipinin karikatürünü yapmak istemiştir. Ayrıca, Charlie'nin küçükken seyrettiği pantomim oyuncusu Little Tich'in yaratmış olduğu avare tipi de Chaplin için bir esin olmuştur. Yarattığı tipin dış görünüşünü çizerken, bu kişiyi de, İngilizce deyimle "tramp" olarak görmüştür.

***

Yukarıdaki metin, “h2o” yayınlarından Kasım 2022’de dostlarının da çabası ile yayınlanan, Yalçın Yusufoğlu’nun son kitabı “Sinemanın Dünü” adlı kitabından.

1942 Diyarbakır’da doğan, Jeo-fizik mühendisi, siyasetçi, gazeteci-yazar ve yaşamının tümünü sosyalizm mücadelesine veren Yalçın Yusufoğlu 1 Şubat 2019’da, 77 yaşında aramızdan ayrıldı.

1964’te, Türkiye İşçi partisine üye olan Yalçın Yusufoğlu, 1974’te Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) kurucuları arasında ve genel sekreter olarak görev aldı. 1990 yılına kadar genel sekreterlik görevini, yurt içinde ve yurtdışında da sürdürdü. 12 Eylül 1980 sonrası uzun süre yurt dışında mülteci olarak yaşadı.

1990 yıllarında TSİP’in başka partilerle birleşme kararı sonrası genel sekreterlik görevi biten Yusufoğlu, Sosyalist Birlik Partisi(SBP), Birleşik Sosyalist Parti(BSP), Özgürlük ve Dayanışma Partisi(ÖDP) süreçlerinde çok etkin rol aldı.

Yaşamının tamamını siyasete adayan biri olarak bilinen ve anılan Yusufoğlu’nun, aynı zamanda edebiyat, sinema ve kültür dünyası ile de yakından ilgilendiğini onunla 44 yıl arkadaşlık etmiş olan yazar Orhan Aydın’dan öğreniyoruz. Kitabın önsözünde Orhan Aydın bu konuya şöyle değinmiştir:

“Yalçın siyaset cephesinde harcadığı zamandan daha fazlasını edebiyat, sinema ve kültür dünyasının gizemli ve büyülü yanlarını anlamak için kullanmıştı. Bazı okuma notlarını, kitap yorumlarını bana daktilo eder gönderirdi. Bu metinleri sonraları e-posta olarak yazmaya başlamıştı. Çoğu yayınlanmamıştır. Elbette yazıya dökülmemiş birçok yaşanmış olay da var Yalçın’la ilgili.”

Yine onun gençlik yıllarından beri arkadaşı olan ve onu, siyasi analist-stratejist olarak tanımlayan gazeteci, yazar, TV programcısı, öğretim üyesi Haluk Şahin kitabın ön sözünde Yusufoğlu’nu şöyle anlatıyordu.

 “Yalçın Vezneciler’deki Fen Fakültesi’nde Jeofizik, ben Beyazıt’taki Hukuk Fakültesi’nde hukuk okuyordum ama sanki asıl öğrenim alanımız kültür ve sanattı: Sinema, tiyatro, klasik müzik konserleri, edebiyat, gazeteler…”

Anlıyoruz ki, Yalçın Yusufoğlu sinema ile olan ilişkisi sonradan değil, gençlik yıllarından geliyordu ve bu birikimini, kitabını yazacak kadar da hafızasında taşımasını ve onu “sinemanın politik gözü” olarak tanımlayan, Orhan Aydın’ın şu cümlelerinden anlıyoruz:

“1985 yılının yaz ayında Almanya’nın Duisburg kentinde Yalçın’la buluşmuştuk. Türkiye’deki 12 Eylül askeri darbesinden sonra, siyasi çalışmaları buradan yürüten Yalçın, Genel Sekreteri ve kurucusu olduğu TSİP’ni büro olarak kullandığı ve gerekli toplantıları gerçekleştirdiği bir binanın alt katında kendine ayırdığı bölümde hem yazılarını yazıyor, hem de orada yaşıyordu. Duisburg’da kendine ait bir evi yoktu. Parti binasında yatıp kalkardı. Her zaman Türkiye’den birilerinin gelip gitme ihtimaline karşı önlem alındığı için, bir kenarda misafir yatağı bulundurulurdu. Böylece ben de o seyahatimde Yalçın’la beraber parti binasında kalmıştım.

Bana yetiştirmesi gereken bir yazısı olduğunu ve gece boyunca daktilo başında olacağını söyledi. Bu da o gece uzun uzun sohbet edemeyeceğimiz anlamına geliyordu. Bunu ertesi güne bırakmıştık. Yetiştirmesi gereken yazının, partinin çıkardığı aylık ‘Düşün’ dergisi için kendisinin tasarlayıp gerçekleştirdiği “Yedinci Sanat Sinema’’ ile ilgili yazı dizinin bir bölümüydü. Dergilerin zamanında çıkmasına çok önem verirdi; bunun bir şekilde aksayacak olması ihtimali bile onun canını fazlasıyla sıkardı. Bu nedenle de, söz verdiği halde yazısını zamanında göndermeyenlerin yerine de yazı yetiştirirdi. Böylece birden fazla yazar adı kullanmak zorunda kalırdı. Sanat ve kültür yazılarını “Refik Zerengil’’ adıyla yazmaya başlamıştı. Yalçın’ın sinema yazıları Düşün Dergisinde, Nisan 1985 ile Ocak 1986 arasında dokuz bölüm olarak yayınlandı, (1987 yılı içinde, değişik tarihlerde sinema yazılarına bazı ekler yaptığı da biliniyor. Böylece bu dizinin dokuz bölümü aşmış olduğu söylenebilir).

Yalçın yazmaya başladığında yorulmak bilmez; yazısını bitirmeden yatmaz, genellikle sabaha kadar çalışırdı. Gece sessizliğinde daktilo tuşlarının çıkardığı sesler binanın içindeki diğer katlarda yaşayan insanları rahatsız edeceğini düşünerek kendince buna karşı bir önlem geliştirmiş olan Yalçın, daktilonun gürültüsünü azaltmak için altına yastık, battaniye gibi yumuşak şeyler koyardı.

O gece de bunu uyguladığı için çalışması beni çok rahatsız etmemişti. Elimdeki kitaba dalmışken bir ara Yalçın’ın tarafına göz attığımda tamamen önündeki yazıya yoğunlaştığını gördüm. Birden farkına vardım ki, sinema tarihi ile ilgili olan yazısını hiçbir not defterine, kitaba, ya da kaynağa bakmadan doğrudan doğruya kağıda geçiriyordu. Saatler süren bu çalışmasında onlarca tarihin, yer adının, yapımcı adının, film ve artist adının yanı sıra senaryo yazarının adının belleğinden daktilo tuşlarına aktığına şahit oldum. Neredeyse imkansız olan bu işin beni nasıl şaşkına çevirdiğini tahmin etmek zor değil. Daha sonra dergide yayınlanan yazıyı okuduğumda, makalenin olağanüstü kapsamı beni bir kez daha hayrete düşürmüştü.”

Yalçın Yusufoğlu ve “Sinemanın Dünü” ile ilgili bir şeyler yazmak, aslında benim haddimi çok aşan bir konu olduğunu bilmeme rağmen, yine de bir cesaretle onu tanımış olmanın sorumluğu ile yazmaya çalışsam da, onun yakın dostlarının değerlendirmelerine sığınmak belki de daha anlamlı ve doğru. 

Vedat Türkali’nin oğlu, Barış Pirhasan, “boydan boya bütün ömrünü devrime adamış’lığını, sanat alanındaki birikimi dahil tüm hayat bilgisini bu hizmete sunmuşluğu ile hatırlıyorum.”

Haluk Şahin, “Haksızlıklara ve aptallıklara duyduğu öfke onu sosyalizme ve siyasete sürükledi. Sanırım sinemaya duyduğu derin ilgi de daha iyi bir dünyanın mümkün olduğu inancına dayanıyordu”

Orhan Aydın, “Y.Yusufoğlu’nun 1989 yılında ‘Yeni Düşün’ dergisinde önemli bir yazısı yayınlanmıştır. “Siyaset içinden siyaset karşıtı bir yazı denemesi’’ adını taşıyan bu makalesinde Yalçın, siyaseti siyasetçinin eline terk edilmekten kurtarmak gerektiğini söylüyor. Devamında ise: …Yoksa, halkın etkisizleşip statükonun devamı sağlanmış olur. Teknolojinin gelişimi ne denli önemli olursa olsun, insanın manevi gelişimi onu özne yapan asıl faktördür. İnsanın birey olarak yetkinleşip, manevi alanda zenginleşmesi özne olmanın koşuludur. ‘Yurttaş toplumunun gelişmesi için kendisini siyasetle sınırlamamış, siyasi partilere ihtiyaç vardır.’ demiştir.”

Yalçın Yusufoğlu bu gün, gerek politik, gerek kültür-sanat-sinema ve edebiyat alanında ömrünce, her zaman okunabilecek binlerce yazı yazdı, bazıları kitap olarak yayınlandı, gelecekte yayınlanacak epey yazısı muhakkak vardır. Umarım bunlara da “Sinemanın Dünü” gibi günü gelir yayınlanır.

Ayrıca yazıya dökülmemiş yüzlerce görüşme, sohbet ve belge muhakkak vardır, umarız bunlarda bir gün yazıya dökülür.

Yalçın abi, 1 Şubat 2019 yılında hayata gözlerini yumdu. Bu gün onun 4.cü ölüm yıl dönümü. Onu sevgi ve saygıyla, ben de anmak istedim. Ayrıca sosyalistler onu saygıyla ve minnetle hep anacaktır.

Yalçın abinin neredeyse bütün yazılarının büyük çoğunluğu güncelliğini koruyan, her zaman okunabilecek metinlerden oluşur.

“Sinemanın Dünü” de böyle bir eser. Kitap, şehrimizde Adımlar ve İnsancıl kitapevinde bulunmaktadır. Umarım birçok insan bu kitaptan faydalanır

saglisolluhaber.com

Yorumlar (0)
10
açık

Gelişmelerden Haberdar Olun

@